bugün

entry'ler (32)

antisosyal

sosyal ortamlara adapte olamayan, sosyal ortamları sevmediğinden ya da sevse de bir şekilde entegre olmayı beceremeyen kişinin durumu. toplum mu bu bireyi dışlar birey mi toplumu kendinden dışlar bilinmez.

yalnızlığın anlaşıldığı anlar

bir sebepten ötürü inzivanıza çekilip bir şekilde yalnız yaşamayı öğrenir ve farkına varmadan alışırsınız. bu sırada yıllar gelir geçer yaş erer bilmem kaça siz hala evinizde odanızda kendi dünyanızda kendi düşlerinizin peşindesinizdir ve gene bir sebepten ötürü bir gün bir kalabalığa karışırsınız insanlar ne yaptığınızı, ne yapmayı planladığınızı, nelere sahip olduğunuzu sorarlar düşleriniz vardır sadece elinizde anlatsanız da anlamayacaklarını bildiğiniz o anlarda yalnızsınızdır.

the curious case of benjamin button

başı, sonu, ortası güzel olan brad pitt'in bu defa oscar'ı alır diye umduğum ama gene umuduğumun yalan olduğu film...

annenin değerinin anlaşıldığı anlar

tüm güvendiğiniz kaleler tükendiğinde hayat ve diğer insanlar size sıradan ya da siz hiç yokmuşsunuz gibi davrandığında annenizin telefonu yavrum diyerek açtığı an...

bana hayallerimi geri verin

bana hayallerimi geri verin, nasılsa hiçbiri gerçek olmadı *

kavak yelleri

yazık ettiler diziye. dizi dediğinin bir amacı bir teması olur, neydi bu bölümün insanlara verdiği tema 'bana dokunmasın bin yıl yaşasın', 'herkes kendi adaletini yaşasın ve yaşatsın' ya da 'korkalım susalım suçlu cezasız kalsın.' hukuk, yasa, mahkeme, polis neden var o zaman? cidden yazık etti senarist hem efenin abisine, hem arkadaşlarına hem de ahlaki değerlere ve de adalete ama daha çok kendine ve diziye...

yagmura cile diyen zihniyet

yağmur yağıyor seller alıyor arap kızı sudan rahatsız oluyor. hem kuraklık var diye bas bas bağırıyorlar hem de yağan yağmur, basan sular vs şeklinde devam eden söylenmeler bir türlü bitmiyor. musluğu açtığımda karın grultusuna benzeyen sesi işitmektense tepeden tırnağa yağan yağmurda ıslanmaya rağzıyım ben var mı su gibisi yağmur gibi güzeli... asıl çile yağmur değil bozuk alt yapı ama suç alt yapıdaysa eğer bunu yağmura atmak da hoş olmuyor bence.

istanbul kiyamet vakti

genellikle savaşçı çarıyla başlanan ama 20. leveldan sonra kişiye şifacı ve büyücü çarları da açtırıp dev ana, kara kürk, sultanın gözdesi görevlerini, arzu halcinin bitmez tükenmez isteklerini üçer defa yaptıran ama bronz görevinden sonra yani 39. leveldan sonra pek de bir farklılığı kalmayan çok güzel tasarlanmış hazırlayanların eline sağlık dedirten bir yandan da yurdum insanının sanal madeni, bitkiyi para -sanal para- için toplayıp sattığı, bayan çara asılmaca durumlarının da olduğu online oyun.

sokak ortasında ağlamak

kaybedilenin ardından hissedilen üzüntü, artık hiçbirşeyin önemi yok, ne mekanın, ne zamanın ne de kalabalıktaki yalnızlığın dedirtiyorsa, ağlanır kimseye açıklama kaygısı güdülmeden....
ya da kavuşulan bir mutluluksa sanki asırlardır beklenen o zamanda ağlanır hüngür hüngür, kalabalıktı sokak ortasıydı demeden..

kaybolmus umutlar

bir umuttur peşinden gidilen, ama kaçıncı hayal kırıklığının enkazından son kez toplanmıştır, son çabaların, son çırpınışların sonuç vermemesidir ve vazgeçmektir kimi zaman...

güven

herkes karşısındakine kendi güvenebilirliği kadar güvenir ama doğru olan herkese güvenilebileceği kadar güvenmektir.

hayata dair iç burkan detaylar

bir bayram öncesi onkoloji kliniğinde bir vizit. çoğu bir dahaki bayramı görüp göremeyeceğini bilmediğimiz hastalarla dolu. her insanın yüzünde ölümle yaşama dair çizgiler vardır ama onların yüzünde daha fazla.
umut vermek istersiniz hastalara şifa vermek bazen kendinize kalmayacağını bilseniz bile kendi umudunuzu vermek istersiniz onlara ama herkes kendi hayatını yaşar gerçeği... üzer insanı.
o vizitte kansere yenik son dönemlerini yaşadığı hastalığından bitap düşmüş bir kadın, vizitin rutin konuşmaları bittikten sonra titreyen ince ve yorgun bir sesle hocaya 'bayramı ailemle evimde geçirebilir miyim' diye sordu tutamadığı üç damla göz yaşıyla. adeta öleceğimi biliyorum yaşama ümidim yok, ama son bayramımı son anlarımı sevdiklerimle geçirmek istiyorum, en çok onları özleyeceğim öldüğümde dermişcesine...
kaç bayramı kalmış hayatlarımızın, kaç sonbaharı kaç tane kışı? elveda demeye hazır mıyız evden her çıkışımızda ardımızda bıraktığımız sevdiklerimize. çaresizce ölmek, ölümü kabullenmek zorunda kalmak. ölüm ya da ayrılık sebep ne olursa olsun yeterince sevdik mi onları doya doya sarılabildik mi, en kısa mesafeye giderken bile kokuları kalıyor mu üzerimizde sarıldıktan sonra.

seni seviyorum

en hor kullanılan ve de en çok suistimal edilen kelimedir. söyleyene, söylediği kişiye, söyleme zamanına göre kullanılış amacı değişir, inanmak söylenen kişinin insifiyatine kalmıştır. iyi niyetli ama kullanılmaktan eskimiş ve de kirlenmiş bir kelimedir. herkes kullanabilir ama çok az insan gerçekten anlamını bilir.

duygusuz olmak mantikli kalmak

hem duygusal olup mantıklı kalabilmektir aslında doğru olan ama insana acıdan üzüntüden başka birşey getirmez duygusal olmak. duygulu, duygusuz, mantıklı ya da mantıksız aslı olan ya herkes duygusal ve mantıksız olmalı ya da duygusuz ve mantıklı belki o zaman dünya yaşanabilen bir mekan olurdu.

msn i hiç açmayıp tüm telefonları kapatmak

inzivaya çekilmek de denilebilir, kimilerine kaçış gibi gelse de aslında insanın zaman zaman kendiyle başbaşa kalması için bire birdir.

her sey bitmek icin basliyor

güneş bile aydınlatmak için karanlığı terk eder karanlığa o güzelim aydınlığı!

hamile kadini dovmek

böyle bir eylemin tanımı olamaz olmamalıda.

keşke bunu ben yazsaydım dedirten şarkılar

şebnem ferah 'geçmişe yolculuk'

bencil

wilbur smith'in dilimize 'bencil'olarak çevrilen 'when the lion feeds' adlı özellikle sonu çok etkileyci olan güzel romanı.

dinledikçe aşk acısını körükleyen şarkılar

emre aydın'ın tüm albümü, teoman-şebnem ferah: en güzel hikayem